Binali Yıldırım analizimizde gelelim somut konuşulanlar üstünden yorumlara… Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Blnali Yıldırım diyor ki:
“Türkiye bilgi iletişim teknolojileri için 15 milyar dolara yakın ithalat yapıyor. Bunun içerisinde yerli payı ihmal edilebilecek bir düzeyde. Onun için bu işler çok önemli. Ar-Ge’nin bütçesinin artması lazım. Eskiden ‘para yok nasıl Ar-Ge yapacağız’ sızlanmalar vardı. Şimdi her şey var. Destekse destek, teşvikse teşvik, paraysa para şimdi mühendislerimiz gece gündüz demeden 7/24 çalışacak ve bizim diyeceğimiz ürünlerimiz ortaya çıkaracak. Buna mecburuz. Bu ülkenin iki adım öne çıkması, kaybettiği yılları telafi etmesi için biz buna mahkumuz…”
Bakanın bu konuda söyledikleri inanılmaz. Çok doğru şeyler söylüyor ama bence eksik söylüyor. Kesinlikle Türkiye’den para kazanan firmaların Türkiye’ye katkıda bulunması gerekiyor. Kesinlikle eskiden sızlanan firmalar, devlete sırtını yaslayıp ihale bekleyen patronlar vardı. Ama bugün o gün değil artık. Şimdi herkes ileri gitmeye çalışıyor. Eskiden bir şirkete girip oradan emekli olmak isteyen gençlerin hepsi kendi Facebooklarını açmayı hedefliyor. Büyük düşünüyor ve Batı ile savaşıyorlar. Ama istekli olan sadece büyük patronlar oluyor. Çünkü desteğe ihtiyacı olan yılda 7 milyar dolar ciro yapan şirketler değil. Bu genç kuşak. Onların ne kadar zamanda para alabildiğini, destek için ne gibi taklalar attığını bakan biliyor mu acaba? Onlar kendi aralarında küçüklü büyüklü patronlar STK’sı kuramadığı, bakanın önüne çıkamadığı için seslerini duyuramıyorlar. Zaten sızlanan da genç girişimciler değil
Milli Savunma Bakanlığı, Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve iştiraklerinin hükümetin yerlileştirme politikalarına uygun olarak önemli projeleri birer birer hayata geçirdiğini belirterek, şöyle konuştu: “Göktürk 2 uydusunu yörüngesine gönderdik. İşte bu Türk insanının, mühendisinin akıl terinin bir ürünüdür. Yaptık oldu ama yeter mi- Yetmez.
“Cep telefonlarına yılda 4 milyar veriyoruz. Kusura bakmayın kimin parasını ödüyoruz. Kimseyi zengin etmeye niyetimiz yok. Bu ülkeden bu kadar para kazanıyorsa gelecek buraya tesislerini kuracak, mühendislerini istihdam edecek 4 milyarlık işin yüzde 20’sini burada yapacak. Yağma yok, nimet külfet dengesinin temin edilmesi lazım, hep alma ağacının altında oturmaktan vazgeçmemiz lazım.”
Cep telefonlarına çok para veriyoruz. Aynı şekilde petrole, otomobillere, televizyonlara da çok para veriyoruz. Çantalara, topuklu ayakkabılara, çeviri kitaplara, yazılımlara, donanımlara… Bu saydığımız kalemler insanın düşününce ilk 10 saniyede aklına gelen şeyler. Biraz daha düşünsek kim bilir daha neler çıkarırız… Peki bunların hepsi bizden bir şey götürüyor mu? Bunlar har vurup harman savurduğumuz bir para mı? Yani bilgisayar aldığımızda bunu harcanmış para olarak mı göreceğiz? Ya kitabı? Ya cep telefonunu? Hayır bunları faydalanmak için alıyoruz. Ülkenin birinde birisi düşünmüş, taşınmış ve ortaya bir ürün çıkarmış. Biz cahiliye devrinde lale ekip biçerken birileri bir yere gelmiş. Bunlar bize bir şeyler versinler demek hakkaniyetli bir şey mi?
Velev ki verdiler. Ne verecekler? Araştırmalarını burada mı yapacaklar? Peki yaptıkları araştırmaların patentleri? Siz biliyor musunuz patent konusunda Porto Riko’nun gerisinde olduğumuzu? Teknoloji şirketi diye yere göğe koyamadığımız şirketlerimiz ne kattı global dünyaya? Behçet hastalığı dışında adını koyduğumuz bize ait kaç buluşumuz var? Deyin ki bu adamları döve döve getirttik ve burada fabrika açtırdık. Burada sözde ürettiğimiz şeylerin ne kadarını biz üreteceğiz sizce? Mesela telefonun ekranı? Sabit diski? İşlemcisi? Elektronik devreleri? Bunların hepsini dışarıdan alınca burada ne kazanacağız? iPhone 8’i birleştirme yeteneğini mi? Eğer bu güzel bir şey olsaydı Çin şu anda dünyanın en teknolojik ülkesi olmaz mıydı? Çin malı deyince niye hepimiz yüzümüzü buruşturuyoruz ki?
“Üniversitelerimizin her birinde teknoparklar var. Fakat burada üniversitelerimize bir sitemim var. Bu teknoparklar üniversite içinde diye, bunu bir gelir kapısı görmeye başladılar ve bu teknoparkların gelişmesini yavaşlatıyorlar. Burası bir kiralama yeri değildir. Burada akıl ürünlerinin geliştirilmesi lazım. ‘Efendim metrekaresi şu kadar, metrekaresi bu kadar…’Sanki Maslak’da bir plazanın katlarını kiraya verir gibi bir anlayış burada bizi bir yere götürmez. Böyle devam ederlerse bu sistemi değiştiririz ve bunun kararını da veririm. Üniversiteler dışında da aynı imkanları sağlayacağız. Böyle yağma yok! Bir imtiyaz, imkan veriyorsunuz hemen ‘ısa günün karına’ bakıyor millet. Ayıptır! Afedersin amacı unutuyoruz araçlarla oynamaya başlıyoruz. Buna hakkımız yok. Esnaf olsan Tahtakale’de günü birlik ne gelecek ona bakarsın ama siz, yıllara, nesillere hitap edecek ürünleri üretecek merkezleri kuruyorsunuz.”
Sayın bakanın beni en çok üzen demeci bu oldu. Teknoparklara bakış açısı bence içler acısı… Teknopark, içinde kara kara düşünüp aklınıza icat gelmesini beklediğiniz dört duvar ve bir çatı değildir. Teknopark bir paylaşım yeridir. Orası sinerji mekanıdır. Orada devre üreten çip üreteni, yazılım üreten platform üreteni bulur. Akıl fikir fırtınaları kopar aralarında. Birbirlerine gaz verirler, akıl fikir verirler. Orası matematik kurallarını yerle bir eder. Bir artı bir sekiz olur orada… Yerinde Ar-Ge ile bu konuda ciddi bir kayıp yaşayacağımızı düşünmemiz lazım. Bu konuyu atlamayalım lütfen.
“Bilgi iletişim konusunda ‘aman bekleyelim de görelim sonra bir şey yapalım’ diyecek bir lüksümüz yok. Çok ağır sonuçları var. Biz bir tek 3. nesilde bekledik. Arkadaşlarımız ‘geç kaldık’ dediler. Ben inat ettim vermedim. Şimdi doğru yaptığımızı ortaya çıktı. Niye- Teknoloji ortaya çıkmamış, pahalı, alanlar aldığına pişman olmuş. Ama ne oldu? ‘İş zirveye çıktı, işte şimdi yapalım’ dedik. Şimdi en iyi kalitedeyiz. 4G işinde mutfağa da girdik. Yemek olduğunda lisanslarını da vereceğiz. Hiçbir sorun olmadan hem de yerli kaynaklarımızı kullanarak, ‘biz de varız’ diyeceğiz. Bundan daha güzel bir şey var mı?”
Bir ülkeye 3G gibi teknoloji hazır olduktan 8 sene sonra getirmek övünülecek bir şey değil. Hele ki “bunu herkes istedi ama ben yapmadım” cümlesi çok ama çok yanlış… Bu ülke bakan da olsa kimsenin iki dudağı arasında olamaz. Olmamalı. Yıldırım’ın bakış açısıyla şu anda dört çekirdekli intel işlemciler var ama biz ucuz diye 386 DX mi kullanacağız? Böyle bir şey yok. Şu anda Azerbaycan dahil birçok ülke 4G kullanıyor ve halkına 100 megabitlerin üstünde mobil bant genişliği sağlarken biz “aman dur ya pahalı o şimdi” filan mı diyeceğiz? Böyle mi geçeceğiz o ülkeleri? Elalem 100 megabitlere uygulama ve platform geliştirirken biz 3G’ye alışmaya çalışarak mı diğerleriyle rekabet edeceğiz? Olmaz öyle şey. Bunu değil dile getirmek, aklından geçirmek bile çok yanlış.
İşin en tuhaf tarafı, bakanımız bunu 4G konusunda geliştirilmelerin yapılması için kurulan bir yerde yaptığı konuşmada anlatıyor. Peki iki sene sonra bir ihtimal ülkemize gelebilecek teknoloji için şimdiden bir şey geliştirmeye çalışmak saçma değil mi? Şu ana kadar dünyada kim 3G’nin ekmeğini yedi? Şu anda bize Samsung vs. cihazları satan ülkeler. Peki şu anda 4G’nin ekmeğini kim yiyor? Tabii ki 2009 yılında ilk kez bunu yapıp satmaya çalışan Kuzey Avrupalılar… Yani ucuzlasın sonra alırız diyerek biz aslında kazanacağımız paradan ve bilgi birikiminden veriyoruz. Kışlık kıyafetler ucuzlar diye Mayıb’ta alıyoruz sonra yaz sıcağında mantoyla gezip terden ölüyoruz.
STK değiliz ama bakanımız bizim sözümü bu anlamda dinleyecek mi?