Sosyal medya ve internet hukuku konusunda Türkiye’nin önde gelen hukukçularından olan Serhat Koç, sosyal medyada gerçekleştirilen her tür eylemin hakaret konusu yapılıp dava açılabildiğini dile getirdi…
İnternet bir özgürlükler diyarı olarak gözükse de giderek baskısı artan rejimler bu alanı eskiye oranla daha fazla kontrol etmeye başladı. Söylenen her şeyden hakaret davası çıkaran yetkililere mahkemelerin aynı kelime kullanımını bazen hakaret sayıp bazen görmezden gelmesi de eklenince ortaya zorlu bir süreç çıkıyor.
Bu zorlu dünyada nasıl var olabileceğimiz konusundaki ipuçlarını çeşitli sektörlerden şirketlere bilgi teknolojileri hukuku ve fikri mülkiyet hukuku alanlarında destek veren Avukat Serhat Koç’a sorduk…
Porno sitelere girmek yasak mıdır? Bu sitelere girenler cezalandırılır mı?
Hayır yasak değil. Türkiye’de herhangi bir yetişkin içeriğe girmek suç teşkil etmez. Sadece pedofili, zoofili ve nekrofili gibi olağan yolların dışından cinsel ilişki ile ilgili kavramlara getirilmiş yasaklar söz konusudur. Bunlar izlenirse internet tarayıcınızın geçici dosyalar klasöründe bir iz bırakabilir ve bulunursa ceza alabilir kullanıcılar. Bu tür kavramların Türk Ceza Yasası anlamında içinin doldurularak yorumlanması Yargıtay tarafından gerçekleştirilmektedir.
İnternet üstündeki içeriklerin porno olup olmadığı kime ve hangi kanunlara göre belirleniyor?
Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu var. Bu kurulun içinde Din İşleri Yüksek Kurulu, Gazeteciler Cemiyeti gibi birçok kurumdan temsilciler bulunsa da çocuk gelişim uzmanı, psikolog, psikiyatr gibi mesleklere kurulda yer verilmemiştir. Müstehcen yayının çocukların erişebileceği şekilde yayımlanması hukuka aykırıdır. Kurul genel olarak çocuğun manevi gelişimine ve ruh sağlığına zarar verip verilmediğine bakmaktadır. Bu kurul gerektiğinde internet içerikleri, kitaplar gibi yayınlar konusunda görüş bildirmektedir. Bu türden raporlamaların neticesinde ülkemizde dünyaca ünlü yazarların en başarılı kitaplarını Türkçe’ye kazandıran çevirmenlerin hakkında dahi ceza davası açıldığı görülebilir.
Kişisel hak ve özgürlüklere zarar vermesi durumunda internet içeriklerinin çıkarılması batılı ülkelerde nasıl gerçekleştirilmektedir?
Hemen her sitede uyar – kaldır mekanizması bulunur. Bu sistemin amacı ilgili içeriği gönderen kişiye “ilk elden” ulaşılmasıdır. Facebook, Twitter, Youtube gibi çok kullanıcısı olan sitelerde dahi bu mekanizma çok iyi çalışmaktadır. Hukuka ve site sözleşmesine/kurallarına aykırı olan içerikler kısa süre içerisinde gelen şikayete binaen kaldırılmaktadırlar. Esas tartışma noktası ihlali gerçekleştiren kişilerin bilgilerinin paylaşılması noktasındadır. Genelde ABD kaynaklı olan sosyal medya sitelerinde temel uygulama olarak bir ABD mahkemesinden alınmış karar veya ABD kanunlarına göre yapılmış bir yargılama olması halinde kişisel bilgilerin devlet organlarıyla paylaşabildiği görülmektedir.
İfade özgürlüğü kavramı ise ülkeden ülkeye oldukça değişkenlik gösterebilmektedir: Almanya’da Nazi sempatizanlığına yönelik içerikler ifade özgürlüğü kapsamında görülmezken, İngiltere’de çocuk karakter çizimleri dahi pedofili olarak değerlendirilip ifade özgürlüğü kapsamı dışında tutulabilmektedir, ABD’nin ifade özgürlüğündeki kırmızı çizgileri ise Guantanamo, NSA gibi konularda ortaya açıkça dökülmektedir.
Bizim ülkemizde mahkemeler tarafından hakaret olarak nitelenen bazı hususların çoğu Avrupa ülkesinde eleştiri olarak kabul edildiğini görmekteyiz. Esasen de çağdaş hukuk uygulamasında bir kişi ne kadar çok tanınmışsa ya da mesleği gereği halk tarafından ne kadar benimsenmişse kendisine yönlendirilen eleştirileri de kadar hoşgörüyle karşılamasını beklenmekte ve buna göre karar verilmektedir.
İnternet üstünde anonim kalmak bir hak mıdır? Kanunlarımızda bu güvence altına alınmış mıdır?
Türkiye’de kişisel verilerin korunması hususu referandumla Anayasa’ya girse de referandumda evet oyu kullananların çoğunun bundan haberi yok. Anayasaya göre herkes kendi verilerinin toplanmamasını, hatta silinmesini isteyebilir. Türk Ceza Yasası’nda da kişisel bilgilerin hukuka aykırı olarak elde edilemeyeceği ve iletilemeyeceği hususu yer almaktadır. Yani, IP numaramızın, ev adresimizin hiçbir şartta üçüncü kişilere vermemesi gerekiyor. Ama kurumlar bu bilgileri her istendiğinde devlete vermek zorunda.
Anonimlik aslında hak olması için kanun çıkarmaya bile gerek olmayan bir hak. Ama bizimki gibi ülkelerde anonimlik kalkanına gerek duyuluyor. Devletin yarattığı korku/yıldırma politikası ve de ülkedeki mahalle baskısı atmosferi yüzünden zorunlu bir hak olarak bunu savunmak zorundayız. Avrupa Birliği’nde ABD’ye oranla kişisel bilgilerin gizliliğine, unutulma hakkına çok daha fazla önem veriliyor. Bu verilen önemin çıktılarını AB’nin bu yönde ciddi detaylı hukuki düzenlemelere gitmesinden ve toplumsal hayatta da insanların Facebook gibi büyük internet sitelerine karşı mahremiyet haklarını mahkemeler önünde talep etmelerinde izleyebiliyoruz. Çoğu zaten ABD’de kurulu bulunan sosyal medya sitelerinin ise ABD’nin kullanıcı bilgisi edinme talepleri karşısında boynunun kıldan ince olduğunu ve de istenen bilgileri genel olarak sorunsuz şekilde devlete verdikleri ve fakat kendi devletleri dışındaki ülkelerden gelen talepler noktasında ise sosyal bilinç yaratma çabasına girişmek adına şeffaflık raporları vasıtasıyla kişisel bilgi taleplerini nasıl da reddettiklerini göstermeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir.
Kullanıcıların yaptıklarının servis sağlayıcıları ya da benzeri özel kurumlar tarafından takip edilmesi hukuki bir sonuç doğurur mu?
Yasa trafik verisi iki yıla “kadar” tutulur diyor. Ama şirketler “korkusundan” bunu iki yıl boyunca yani kanunun söylediği en uzun süre boyunca tutuyor. Örneğin Almanya’da şirketler hem hukuken hem sektörel olarak doğrusunu yapıyor ve bilgileri kanunun izin verdiği sürenin en azı kadar süre tutmayı tercih ediyor. Kimin (hangi IP adresinin) ne zaman, hangi internet sitesine (IP adresine) ne kadar süreyle bağlandığı/girdiği gibi hususlar temel olarak trafik verisini oluşturuyor. Ancak Türkiye’de sitelerden alınan içeriklerin, GET-POST komut detaylarının, sosyal medya profillerinin ve hatta kullanıcıların hangi vpn programlarını kullandığının dahi hukuka aykırı şekilde olmak üzere sistemde tutulduğuna dair elde somut bilgiler bulunuyor.
İnternet siteleri ve sosyal medyada yazılanların hukuki bir sonuç doğurmaması için kullanıcıların nelere dikkat etmesi gerekir?
Bizde her tür iletişim aracıyla gerçekleştirilen eylemler hakaret konusu olarak ve dolayısıyla suç olarak kabul edilebiliyor. Markalar ya da ünlü kişilikler hakkında yazılanların çokça hakaret ya da haksız rekabet davalarına konu edildiğini görüyoruz. Ancak Yargıtay’ın “hırsız” kavramı üzerine bile her seferinde farklı kararlar alabildiğini görüyoruz. Kimi hedeflediği anlaşılmayan içeriklere bile kişiler “beni hedefledi” diyerek dava açabiliyorlar ve bazen de bu davalarda sanıklara ceza çıkabiliyor. Hakaret suçunun unsurları açısından net bir çerçeve var diyemeyiz.
Bir kişinin diğerleri önünde küçük düşmesine ve onurunun kırılmasına neden olacak söz, hareket ve davranışta bulunuyorsan bu eylemler hukuken hakaret sayılır temel olarak. Ancak hem eylemin faili hem de muhatabının sosyal durumları açısından suçun oluşup/oluşmadığı ya da ceza oranları değişebilmektedir. Tanınmış kişiler ya da yönetici sınıftaki kimseler eleştirilere daha çok açık olmalıdırlar ve bunlar için söylenen ifadeler normal bir insan için sarf edilenlere oranla cezalandırılma ihtimali daha az olan ifadeler olacaktır her zaman için.
Türkiye’de korkutmak ve bezdirmek amaçlı bu tip davalar çokça belediye başkanları ya da başbakan tarafından açılmaktadır. Bu açılan davalar da bolca haber yapılmakta ve haber yapılırken ise sadece sonuçtan bahsediliyor dosyanın önemli noktaları ise habere koyulmayarak kişilerin ceza alacakları korkusuyla hakaret içermeyen eleştirilerini dahi sosyal medyada dillendirmedikleri bir ortam yaratılmaya ve böylelikle de korku imparatorluğu inşa edilmeye çalışılmaktadır. Ancak Aydın 1. Sulh Ceza Hakimi gibi “Katil Erdoğan” sloganının ve benzeri şekildeki halkın yöneticilere belli somut olgular üzerinden tepki duymaları neticesinde sarf edilen ifadelerin AİHS’in 10. maddesindeki ‘ifade özgürlüğü hakkı’ çerçevesinde kaldığını hükme bağlayıp net hukuk dersi veren hakimler de yok değildir.
Zaten AİHM’e göre yalnızca zararsız ve lehte eleştiriler değil, kırıcı, şoke eden ya da rahatsız edici bilgi ve düşüncelerin de ifade edilebileceği, bunların demokratik toplumların vazgeçilmezleri olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereklerinden olduğu, üslubun iletişimin bir parçası olduğu ve ifadenin içeriği ile birlikte üslubun da korunma gerektirdiği açıktır. Dolayısıyla ‘Katil Erdoğan’ sözcüğü gibi kaba ve provokatif olduğu kabul edilse bile kamuoyuna yansımış somut olay ve olgulara dayanan sözlerin slogan şeklinde yaygın olarak kitleler tarafından söylenmesi için yeterli ölçüde olgusal dayanağının bulunduğundan bu türden ifadeleri sarf eden kişiler de bu olay ve olgulara dayanan değer yargılarını bu şekilde keskin ve dikkat çekici bir dil kullanarak ifade ettikleri için bunların ceza almamaları gerekmektedir.
Bu kadar olumsuzluk karşısında çıkış öneriniz var mı hukuken ya da siyaseten?
Bizim görüşümüze göre artık “eski” siyaset bitmiştir. Hukukun en başta insan hakları ekseniyle en tepede tutulacağı bir uygulama için geçmişin siyasi anlayışları ve partileri değil 21. Yüzyılın anlayışlarının yeşerdiği oluşumların ulusal parlamentolarda temsil edilmesi gerekmektedir. Çevre hakları, internet hakları, kişisel veri mahremiyeti, LGBTİ hakları, işçi hakları vb. günümüzün en temel sorunları üzerinde özelleşmiş fikirleri ve çalışmaları olan örgütlenmelerin siyasi arenaya girmesi teşvik edilmeli ve bunların birlikteliklerinden yeni bir meclis ve yürütme anlayışı üretilmelidir. Aksi taktirde hukukun sadece egemenler tarafından kendi oyuncakları olarak kullanıldığı ve halkın fillerin tepişmesinden ezilen çimen rolünü bırakmadığı bir dünya ve Türkiye görüntüsü bu filmin değişmez sahnesi olmaya devam edecektir.