Ekim 2025’te Google CEO’su Sundar Pichai, X (eski Twitter) üzerinden yaptığı kısa ama yankı uyandırıcı bir açıklamada, “Willow” adını verdikleri yeni kuantum işlemcinin “ilk kez doğrulanabilir kuantum üstünlüğe” (verifiable quantum advantage) ulaştığını duyurdu. Bu iddia, yalnızca teknoloji dünyasında değil, fizik çevrelerinde de ciddi bir heyecan ve tartışma yarattı.
Pichai’nin gönderisi ve Google’ın resmi blogundaki yazı, aslında bir kuantum donanımı deneyini özetliyor. Ancak satır aralarına baktığımızda, bu başarı yalnızca bir çipin değil, insanlığın bilgi işlem paradigmasında köklü bir değişimin habercisi olarak da okunabilir. Yine de burada anlatılan şey bir “devrim” değil; daha ziyade, uzun süredir sözü edilen kuantum çağının ilk ciddi yankısı yani “Kuantum Yankıları.”
Willow Çipi Nedir ve Ne Başardı?
Google’ın “Willow” adını verdiği işlemci, 105 qubit’lik süperiletken transmon mimarisiyle çalışıyor. Bu çipte, klasik bilgisayarların makul sürelerde çözmesi mümkün olmayan bir problemi kuantum algoritmalarıyla çözmeyi başardıkları iddia ediliyor.
Bu başarıyı tanımlamak için kullanılan anahtar kavram “Quantum Advantage”, yani kuantum bilgisayarın, belirli bir görevi klasik bilgisayardan daha hızlı, daha verimli biçimde çözmesi. Ancak Google burada bir adım daha ileri gidiyor ve “verifiable” (doğrulanabilir) kelimesini ekliyor. Bu, geçmişte yapılan kuantum üstünlüğü iddialarının aksine, bu kez sonucun bağımsız olarak test edilip yeniden üretilebildiği anlamına geliyor.
Deneyde kullanılan “Quantum Echoes” adlı algoritma, sistemin zaman içinde bilgi kaybı yaşamadan önceki halini “yankılamasına” dayanan karmaşık bir hesaplama modeli. Bu, “Out-of-Time-Ordered Correlator (OTOC)” denilen bir yapının uygulanmış hali. Kısaca, qubit’ler üzerinde bir dizi işlem uygulanıyor, ardından sistem tersine çevrilerek geri okunuyor. Aradaki farklar, kuantum durumlarının nasıl evrildiğini gösteriyor.
Google’a göre, bu algoritmayı Willow üzerinde çalıştırmak klasik süperbilgisayarlarla kıyaslandığında yaklaşık 13.000 kat daha hızlı gerçekleşti. Bu hız farkı, donanımın değil, hesaplama ilkesinin değişiminden kaynaklanıyor.
Amaç ve Bilimsel Bağlam
Willow’un başarısı yalnızca bir hız rekoru değil, aynı zamanda “doğrulanabilirlik” fikrinin sahaya inmesi açısından da önemli. Daha önceki “kuantum üstünlüğü” iddiaları (örneğin 2019’daki Google Sycamore deneyi), akademik çevrelerde “görev seçimi” nedeniyle eleştirilmişti: Yani seçilen problem, klasik bilgisayarlar için gereksiz zor, kuantum içinse fazla uygun bir görevdi.
Willow deneyinde ise yapılan iş, fiziksel sistemlerin zaman içindeki davranışını simüle etmek; yani doğrudan kimya, malzeme bilimi, hatta nükleer manyetizma araştırmalarında işe yarayabilecek bir tür deneysel modelleme. Bu nedenle duyuru, sadece bir “laboratuvar başarısı” değil, gelecekteki pratik uygulamalara açılan kapı olarak görülüyor.
Donanımın Yükselişi, Yazılımın Geride Kalışı
Tam da bu noktada asıl mesele ortaya çıkıyor: Kuantum donanımları (hardware) hızla gelişirken, yazılım (software) neredeyse ilkel düzeyde kalmış durumda. Bugün Google, IBM, Rigetti, IonQ gibi şirketler kuantum işlemcilerde qubit sayısını artırıyor, hata oranlarını düşürürken, süperiletken ve iyon tuzağı teknolojilerinde ilerliyorlar. Ancak tüm bu donanımların üzerinde çalışacak kararlı bir yazılım ekosistemi hâlâ yok.
Şu anda kuantum bilgisayarları programlamak için kullanılan araçlar — örneğin Google’ın Cirq, IBM’in Qiskit, Amazon’un Braket ya da Xanadu’nun PennyLane platformları, aslında tam anlamıyla “yazılım” değil; deneysel çeviri katmanları.
Bu platformlar klasik kodları alıp kuantum kapı dizilerine çeviriyor. Ancak kuantum sistemlerin doğası gereği, aynı kodu iki kez çalıştırdığınızda aynı sonucu alamayabiliyorsunuz. Çünkü kuantum işlem olasılıksal (probabilistic), deterministik değil. Yani ne olacağını doğru sonucu alıp almadığını çok kesin bir biçimde bilemiyorsunuz.
Bu, yazılım dünyasında eşi benzeri olmayan bir durum: Bir kuantum programı “stabil” olamaz çünkü evrenin kendisi o düzeyde istikrarsız çalışıyor. Bu yüzden yazılım mühendisliğinde alışık olduğumuz kavramlar; hata ayıklama, tekrarlanabilirlik, performans ölçümü gibi şeyler kuantum dünyasında anlamını yitiriyor.
“Quantum Echoes” Algoritması Yazılım Değil
Willow deneyi kapsamında kullanılan “Quantum Echoes” aslında bir algoritma, bir “yazılım ürünü” değil.
Yani bu, donanım üzerinde doğrudan fiziksel işlemleri tanımlayan bir matematiksel dizi. Programlama diliyle yazılmış bir kod değil, qubit’lerin nasıl hareket edeceğini tanımlayan bir işlem seti.
Bu nedenle Google’ın duyurusu yazılım açısından bir ilerleme değil; tamamen donanım + algoritma uyumunun kanıtı. Yazılımın istikrarı, performansı ya da optimizasyonu burada test edilmiyor. Kısaca, Willow bir çip, Quantum Echoes ise o çipte koşan deney.
En Büyük Eksik: Kuantum İşletim Sistemi
Bugün hiçbir şirket tam anlamıyla bir “kuantum işletim sistemi”ne sahip değil.
Klasik bilgisayarlar için Windows, Linux ya da macOS neyse, kuantum için o seviyede bir şey henüz yok.
Çünkü her kuantum işlemcinin topolojisi farklı: Qubit’lerin bağlantı şekli, hata oranları, çevresel gürültü toleransları birbirine uymuyor. Dolayısıyla evrensel bir yazılım katmanı geliştirmek teknik olarak imkânsıza yakın.
Bu yüzden araştırmacılar, “kuantum çağının ön işletim dönemi”nden (pre-software age) bahsediyor.
Donanımlar var, algoritmalar geliştiriliyor, ama bunları bir araya getiren, hata düzeltmeli, çoklu kullanıcıya açık, kararlı bir yazılım mimarisi yok.
Kuantum dünyası şu anda, bilgisayar tarihinin 1950’lerindeki hâlini yaşıyor: dev makineler var ama üzerinde çalışan yazılım dili hâlâ emekleme döneminde.
Yazılımın Eksikliği Neleri Etkiliyor?
Bu yazılım eksikliği kuantum araştırmalarını birkaç kritik noktada tıkanmaya zorluyor:
- Tekrarlanabilirlik sorunu: Aynı deney başka bir çipte aynı sonucu vermiyor.
- Optimizasyon eksikliği: Kuantum derleyiciler (compiler) klasik kodu kuantum kapılarına çevirmede ciddi hatalar yapabiliyor.
- Benchmark manipülasyonu: Şirketler, donanımlarını iyi gösterecek özel görevler seçerek “üstünlük” iddiasında bulunabiliyor.
- Gerçek avantajın gölgelenmesi: Hata düzeltme ve simülasyon süreçleri hâlâ klasik bilgisayarlarda yapıldığı için, “kuantum avantajı” gerçek değil, kısmen hibrit bir durum oluşturuyor.
Felsefi Arka Plan: Donanım Büyürken Yazılım Doğmazsa
Bu dengesizlik, yalnızca teknik değil, felsefi bir kriz de yaratıyor.
İnsanlık ilk kez, fiziksel olarak bir “kuantum beyin” inşa ediyor — ama o beynin üzerinde koşacak dili henüz icat etmedi.
Bu nedenle birçok fizikçi ve filozof, bu dönemi “dil öncesi kuantum çağı” olarak tanımlıyor: Aygıtlar konuşabiliyor, ama biz onları anlayacak dili bilmiyoruz.
Bir anlamda, bilgi çağının bebekliğini izliyoruz.
Sonuç: Kuantumun Sesi Henüz Net Değil
Google’ın Willow çipi ve “Quantum Echoes” deneyi, kesinlikle heyecan verici bir kilometre taşı.
Ama hâlâ kuantum çağının şafağındayız. Donanım büyüyor, işlemciler gelişiyor, ama yazılım hâlâ kararsız, dengesiz ve felsefi olarak yarım.
Bu nedenle, kuantum devrimi henüz başlamadı. Yalnızca duyulmaya başlanan bir yankı aşamasında. Gerçek devrim, o yankı netleştiğinde, yani kuantum bilgisayarlar nihayet kendi dilinde kararlı bir yazılım konuşabildiğinde başlayacak.












