12 Mart günü Sabah gazetesi bir bakır haberi yaptı… Habere göre Türk Telekom’un artan fiber yatırımlarının ardından büyük bir bakır kablo “çöpü” ortaya çıkacak. Gazetenin ifadesiyle 1890 yılından bu yana toprağa gömülen bakır, bugünkü piyasa değeriyle 2 milyar doların üstünde değere sahip. Bu bakıra hazine gözünü dikmiş ve bunu alacak olan şirketin yaratacağı değerden hazine ciddi para kazanmayı hedefliyor.
Haberin içinde çok enteresan unsurlar var: Madencilerle, bakır satıcılarıyla ve hatta üstü kapalı olarak anılsa da hazineyle konuşulmuş. Herkes bakıra talip. Herkes piyasaya gelecek olan bakırla beraber işlerinin açılacağından ülkede pazarın başka bir yere gideceğinden bahsediyor.
Bunların hepsi güzel de aslında sorulması gereken bir tane soru var: Bu bakır kimin?
Bu konuda 2004 yılına dönmemiz gerekiyor. Türk Telekom’un özelleştirmesi başladığında herkese bir ihale çağrısı yapıldı. İhalenin şartları belliydi. İhale yapıldı. Yapıldıktan, Oger ihaleyi 6.5 milyar dolara kazandıktan sonra ortaya enteresan bir madde ve bunun hakkında yoğun polemikler çıktı. Sözleşmenin meşhur 38. maddesinin ikinci fıkrasındaki ifade net bir biçimde “Sözleşmenin süresinin sona ermesi veya yenilenmemesi halinde, Türk Telekom, sistemin işleyişini etkileyen tüm teçhizatı bütün fonksiyonları ile birlikte çalışır vaziyette (….) bedelsiz olarak devreder” diyordu.
Tüm teçhizat ve bütün fonksiyonları anahtar kelimelerini unutmayalım. Bu ifadeler yazımızın içinde sık sık karşımıza çıkacak.
Ardından o yıllarda Türk Telekom’un yabancı ortaklarının bu maddeye şerh koyduğu gündeme geldi. Asla tam olarak doğrulanmasa ve sık sık masaya getirilse de bu şerh ve akıbeti kabul görmedi. Hatta o zamanın CEO’su Paul Doany’e bu sorulduğunda her zamanki esprili üslubuyla “20 sene sonra ben de Tayfun Acarer de kenarda çayımızı içiyor olacağız. Bunu şimdi konuşmayalım” diye cevap verdi. Olay birçok kez mahkemelik olsa da eldeki son bilgi, imtiyaz sözleşmesinin ilk haliyle yürürlükte olduğu yönünde. Bu konuda asla net bir açıklama olmadığından, bu ülkede her şey kapalı kapılar ardında gerçekleştiğinden yüzde 100 emin olamadığımı da bu noktada belirtmek isterim.
Diyelim ki her şey ilk yazıldığı orijinal haliyle devam ediyor. Bugün topraktan çıkarılmakta olan bakırın devlete ait olamayacağı yönünde fikirlerim var. Bu fikrin temeli çok basit: Türk Telekom 2026 yılında tüm sistemi çalışır durumda teslim edebilir. Ama bu şirket o yıllara kadar bu işi bakırla sürdürmeyecek ki… Elbette daha gelişmiş bir teknoloji olan fibere öyle ya da böyle geçecek. Hatta belki de önümüzdeki yıllarda fiberi de geride bırakacak ziber diye bir teknoloji çıkacak ve toprak altına gömülmüş fiberler sökülerek yerine o konacak. Türk Telekom, yaptığı bu çalışmalarla sistemi daha ucuza gelsin diye daha kötü bir sistem koymuyor ki… Dünyada en gelişmiş ne varsa onu ekiyor toprağa. Yani öyle ya da böyle Türk Telekom 2026 yılında aldığından daha iyi bir sistem teslim edecek.
Gelelim işin daha komik yönüne: Eşyanın tabiatı gereği Türk Telekom mutat zamanlarda bilgisayar parkını değiştiriyor. Oradan çıkan bilgisayarları ne yapıyor? Satıp parasını devlete mi veriyor? Bunu düşünmek bile saçma. Muhtemelen 2 milyar değildir o çıkma bilgisayarların değeri. Ama parası çok olursa biz alırız, az olursa sizde kalır diye bir hukuki kavram olur mu?
Türk Telekom’un özelleştirmesi öncesinde ben de dahil birçok gazeteci taşınmazların listesini istedik kurumdan. Gerçekten de inanılmaz bir emlak değeri var bu şirketin. Şirket bu emlağın üstüne sürekli yeni binalar inşa ediyor ve mevcutları yeniliyor. O zaman oradan çıkan mıcırı da alıyor mu devlet? Veya Türk Telekom 2026 yılında bu emlağı ben düzelttim onun parasını da alırım mı diyecek?
Eğer devlet bu tartışmayı uzatırsa onlara söyleyecek çok önemli bir sözüm var: Eğer gerçekten alttaki 40 milyon kilometreye yakın bakırınız çok değerliydi, o zaman neden 6.5 milyar dolara sattınız koca Türk Telekom’u? Şimdi, aradan 8 yıl geçtikten sonra mı geldi aklınıza bunun toplam Türk Telekom özelleştirmesinin, ki yapıldığı sene dünyanın en büyük telekom özelleştirme rakamı buydu, üçte biri olduğu?
O zaman bizler Türk Telekom’u satmayın sadece işletim lisansı verin, altyapı herkese ait olsun böylece rekabet örselenmez derken kimse dinlemedi ama sekizinci senenin sonunda “aa iyiymiş be bu altyapı” dediler. Sadece bizim o zaman dile getirdiğimiz altyapının “çöpü” bile bu tartışmayı yaratmaya yetti.
Bu arada en çok dikkatlerden kaçan konu da şu: Telekomünikasyon şirketleri lisanslarını artık almayalım şeklinde bırakacak değiller ki? Bu kadar milyar dolarlık yatırımlarını tamam artık biz almayalım diyerek bırakmazlar ki… Mesela bütün hikaye Türk Telekom’un her yıl yaptığı milyar dolarlık yatırımları öksüz koyup lisansı bırakıp gideceğini kim düşünebilir? Kaldı ki lisans dediğimiz hikaye, trilyon dolarlarla yeniden verilmez diye düşünüyorum. Bizim burada konuştuğumuz her şey TT’nin bırakıp gideceği senaryo üstüne kurulu. Niye bıraksın? Bırakacak olsa da niye 2020leri beklesin?
Konuyu toparlayacak olursak… Devletin bu bakırın parasını istemesi çok şık olmaz. Ama isteyecekse de bunu açık bir biçimde tek gazetenin haberinin arkasına sığınarak yapmaması lazım. Firmaların bu paranın istenmesine karşı tezleri varsa bunu açık biçimde, çok da evelemeden söylemeleri lazım. Ve en önemlisi… Devletin çer çöpten alacağı değerli düşünmek yerine firmaları yatırım ve inovasyona teşvik edici kararlar alması lazım. Şirketlerin “e madem öyle, o zaman bakırı sökmeyelim onunla devam edelim bakalım 4 megabite kadar internetle nereye kadar gidebiliyoruz nasıl olsa biz bununla da aynı karı edebiliyoruz” demesi riskini göze alıyor mu devletimiz?