İnternet özgürlük ortamıdır, internet herkesin her şeyi tartışabildiği bir yerdir gibi yalanlara artık kanmayın. Bizim yöneticilerimiz her tür fikre saygı duyan insanlardır cümlesi de yalan. Eğer kendileri kafa atmıyorsa kafa atacak besleme basın organları var.
Geçen hafta internetin her tarafına görüşleri yüzünden gidemeyen bir açıklamaya tanık olduk. Açıklama özetle diyordu ki:
RedHack’in Dışişleri Bakanlığı sitesini kırıp, yabancı elçilik çalışanlarına ait belgeleri yayınlamasının ardından ‘yetkili’ bazı kişi ve gruplarca sosyal medyada korku söylemi yayılmaya başlandı. Bu söylemin hedefi sansür ve otosansürdür. Türkiye’de yurttaşların kime destek olacağını, neyi, nasıl, ne kadar söyleyebileceğini belirlemek ve sınırlamak istiyorlar!..
Eylemin ardından ABD’nin girişimleri ile Redhack’in Twitter hesabı kapatıldı ve Dropbox ilgili dökümanları sildi. Ardından Redhack, jet hızıyla bir terör örgütü ilan edildi. Bunun için bir manifestoya sahip olmaları ve amblemlerindeki orak çekiç gerekçe gösterildi. Bu izaha muhtaç bir hukuk garabetidir. Türkiye, Dünya’nın en çok terör suçlusuna sahip ülkesidir. Bunun nasıl mümkün olabildiği bu örnekten anlaşılabiliyor. Çünkü her aykırı ses terörist ilan edilmekte ve TMK’ye tabii tutulmaktadır!
Şüphesiz Redhack’in yaptıkları ceza kanunlarına göre suç teşkil etmektedir. Bu durum bizzat eylemleri yapanlar tarafından da bilinmektedir. Fakat bu konuda hukukçular farklı yaklaşımlar içerisindeler. Sitelerin protesto amaçlı işgal edilmesi, gizli kalmış belgelerin açığa çıkarılması gibi politik içeriği olan eylemlere salt kriminal bir vaka gibi bakılamayacağı, bunun kamu yararı açısından da değerlendirilmesi gerektiğini savunan hukukçular bulunmaktadır. Hukuk bilimi ve uygulamaları bilişim alanında geriden gelmektedir. Özellikle böyle tartışmalı olaylarda bugün suç olarak nitelenenin yarın başka türlü değerlendirilebileceği gözden kaçırılmamalıdır.
(…)
Ayrıca bu olayın ardından sosyal medyanın, RedHack’e destek veren, onlara sempati duyan ve eylemlerini alkışlayanların da teröre yardım etmiş olacakları yönlü mesajlarla dolduğunu izledik. Bu söylemin hedefi sansür ve otosansürdür. Kimin neye, ne şekilde destek vereceği, kimi alkışlayıp kime tepki göstereceği ifade özgürlüğü kapsamında ve kişinin hür iradesine bağlıdır. Bu hür iradenin baskı ve tehdit altına alınması durumudur. Temel insan hak ve hürriyetlerine aykırıdır.
Yurttaşların iletişimi ve güncel politik katılımı daha yatay ve demokratik bir düzlemde yapabildiği sosyal medyanın ve İnternetin, türlü gerekçelerle tahakküm altına alınması girişimlerini kınıyoruz.
Bunların ardından nelerin yaşandığını bilemeyiz. Ama sonrasında Özgür Uçkan’dan şöyle bir açıklama geldi:
Bir korku operasyonuna hedef gösterilmiş biri olarak, buradan tehditçilerime sesleniyorum: Ben bir yazar, akademisyen ve insan hakları savunucusuyum. Bu niteliklerim gereği çalışmalarda bulunurum. Bu çalışmalar, bir yandan ilgilerim diğer yandan kamu yararı kıstaslarıyla belirlenir ve bu yüzden tüm çalışmalarımın arkasındayım. Bu çalışmalar, yazılarım, medyada yer bulan konuşmalarım, benimle yapılan söyleşiler ve kitaplarım, sizin anladığınız anlamda “destek” olarak nitelenemez. O tür desteklerde siz bulunursunuz. Aynı nitelikleri taşımıyoruz. Benim çalışmalarım akademik özgürlüğe, basın özgürlüğüne ve ifade özgürlüğüne girer. Siz ise ancak tamamen karşı olduğunuz sonuncu özgürlükten yararlanırsınız. Hoşunuza gitmeyen, karşı olduğunuz fikirleri dile getirenlerin ifade özgürlüğüne saldırmasanız, sizin bile ifade özgürlüğünüzü savunurdum. Ama bu koşullarda sizinkini ifade özgürlüğü değil, ifade özgürlüğüne karşı bir nefret suçu olarak görmek eğilimindeyim.
Buradan sevgili halkımıza sesleniyorum: Siz sansürcüsünüz. Siz o kadar akıllısınız ki kafanızdaki sansürcüye sürekli bir kılıf, bir kaçış noktası bulabiliyorsunuz. Biz süper demokratız ama birisi fikirleri yüzünden yanımızdakini döverse karışmayız diyorsunuz. Birbirinize Yılmaz Özdil köşe yazıları göndererek rejime karşı çıktığınızı düşünüyorsunuz. Yanılıyorsunuz.
Aslında bu konuya özel yazılmış bir şiir varken benim sizler için yazı yazmam çok saçma. Nazım Hikmet ile kapatalım konuyu, ne olduğunuzu size o söylesin:
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!