İnternetin 20. yılını anlamak – 1

12 Nisan 2013 internetin Türkiye’de 20. yılı… Bu 20. yılı anlamak için öncelikle biraz öncesine gidelim isterseniz. Oralarda ne yaptığımızı, ne günler geçirdiğimizi, nasıl “eğlendiğimizi” anlamadan bugünkü fiberin çok da büyük bir manası olmuyor.

Benim için her şey Milliyet gazetesindeki masamın hemen yanına konan yalnız ve güzel bir bilgisayar ile başladı. Bu bilgisayarı niye buraya koydunuz diye sorduğumda “bir yere giriyormuş” dediler. Neresi diye sorduğumda geveledi bilgisayarı kuran genç insan… İnternet mi dedim, yüzü aydınlandı, evet dedi. O zaman benim masaya koy onu kalabalık yapmasın burada dedim içimdeki çığlık atma isteğini bastırmaya çalışarak…

Bilgisayar tahmin edemeyeceğiniz kadar, o zamanlar için bile eski bir aletti. Windows 95 öncesi bir işletim sistemi, geleceği gören bir yapısı vardı. İstanbul’dan 0262 çevirip Tübitak MAM’ı arıyorduk. 4.800 modem, ki kendisi o zamanlarda kullanılan 2.400’lerden iki kat hızlıydı, çığlık çığlığa bağlanıyordu internete. Seslerin tınısından bağlanıp bağlanmayacağını anlayabiliyorduk. Öylesine kanıksamıştık.

O zamanlar doğru dürüst tarayıcımız yoktu, tarayıcı diye bir kelime yoktu zaten. Üniversitelerin iç kütüphanelerinde dolaşırcasına özenle konmuş dokümanlar arasında bilgi aramaya çalışıyorduk. Ben o zaman da 10 parmak yazı yazıyordum. Bazı durumlarda verilerin gelmesi, benim yazma hızımdan yavaş oluyordu.

İlk indirdiğim içerik Sting’in şarkı sözleri koleksiyonuydu bir üniversite kütüphanesinden… Gülmeyin o zamanlar şarkı sözlerini kitap halinde para verip müzik marketlerden satın alıyorduk veya plakların arkasının fotokopisini çektiriyorduk…

Sonra servis sağlayıcıların açılacağı bilgisi geldi kulaklarımıza… Müthişti. İlk açılanların deneme hesapları elbette bize geldi. Arıyorduk, artık 9.600 modemlerle internete giriyorduk. Gazeteden bağlandığımız için telefon parasını çok gözetmiyorduk. Ama iyi paralar geldiğini şifreleri evde de kullanmaya başlayınca gördük. Aman dedik. Herkes bizden şifrelerimizi istedi. Bir kişiye şifre verdiğinizde barların tuvaletlerinin duvarlarına yazıldı bizim internete girme şifremiz…

Sonra devlet, bu iş öyle olmaz deyip işe el attı. O zaman küçüktük, devlet tecrübemiz yoktu. Yaşasın ülke bizi kurtaracak dedik. İnternetin yaygınlaşması için hareket edilmesi gerekiyordu. Bunu da en iyi devletimiz yapardı.

Ülkenin omurgasının kurulması için bir konsorsiyum geçirildi hayata. Bazı şartlara da bağlandı bu konsorsiyumun yapacakları. Sonuçta talep arttıkça internetin hızını da yükselteceklerdi. Fakat devletimiz bu konsorsiyum olayını daha ucuza getirmek için fiyatların belini kırınca onlar da iş kalitesinin belini kırdılar. Bir iş bilmezlikle ülkenin interneti yerlerde süründü. Toplam ülke çıkışı bir ila dört megabitlerde kaldı. Şu anda evde kullandığımız en kötü hızımızı tüm ülkenin kullandığını düşünün.

Biz o zaman da niye buna mahkumuz ki diyorduk. Homur homur devlete söyleniyorduk. Bugünkü gibi… Devlet ben ne yapayım özelleştirdim bekleyin her şey çok daha güzel olacak diyordu. Bugünkü gibi…

Sonra 800’lü numaralardan internete ücretsiz bağlanma gündeme geldi. Harikaydı. Böylece o zaman zaten çok yüksek olan şehir içi konuşma bedellerini vermeyecektik. Bir şifre aldık mı bir servis sağlayıcıdan yetecekti. O kadarcık parayı vermek yeterdi belki ama bağlanacak insanların sayısına bağlanmak istedikleri telefon portları yetmezdi.

O zaman interneti arayınca meşgul çalma furyası baş gösterdi. Şöyle ki… İnternete gireceksiniz. Aradığınız numara, yani internet meşgul çalıyor. Aradığınız istikamete doğru tüm telefon hatları doludur mesajı geliyor ahizeden kulağımıza. Tekrar tekrar deniyorsunuz. O modemin sesine aşina oluyorsunuz artık. Ama burada söylenmemesi gereken tem çümleyi söylüyorsunuz ki bu bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor bize: Devlet buna bir el atsın…