1990’lı yılların ortasında ya olur mu böyle bir şey diyerek yazdığım yazıya verdiği cevapla tanıştık. Muhtemelen onun için sarfedebileceğim onu en iyi anlatan kelime “rahatsız” idi. O zaman bu kadar insan da yoktu, sen ben bizim çocuklar. Zaten halkla ilişkiler de yoktu, Zaten bilişim de yoktu ve zaten basının da sonuna gelmiştik.
O hep bir şeyler değişsin güzelleşsin istiyordu. Bazen bir filin kristal dükkanına daldığı gibi dalıyordu konuya. Ama konuya kendini vermesi, kendini verdikten sonra mı yoksa daha önce mi oluştuğuna karar veremediğim sabit fikir fırtınaları onu farklı kılıyordu. Bazen tekme tokat, dan dun girerdik birbirimize. Bu ülkenin şu anda içinde bulunduğu bilişim dünyasında hala tartışılamayanları tartıştık farklı sütunlardan. Sütun gibi magazinciler o zaman bilişim yazamıyordu, teknoloji dünyasının bir adabı vardı.
Biz sütunlarda kavga ederken bizi kanlı bıçaklı sananlar, aslında farkında olmadan Türkiye’de bilişimin chat ve oyundan ibaret olmadığını anladılar. Sadece gazetede değil, forum ve elektronik posta gruplarında da… Tartışmanın anlamlı olduğu zamanlardı, ülkede bir şeyler değiştirmek mümkündü, en azından imkansız değildi. Biat etme ihtiyacı duymazdı kimse. Milletvekili de gelirdi, gerektiği zamanlarda sansürcü yaftasını yer boyunun ölçüsünü alır giderdi.
Bir toplantıda bir genel müdür hayatının zevzekliğini yapıp “bana soracağına elindeki bültenden baksana” dediği için ortalığı ayağa kaldırdık hep beraber. O zamanlar birlikte hareket etme duygusu olan gazeteciler vardı. Benim reklamımı versinler de yiyim gerisini modunda değildi hiçkimse. Ondan özür dileyene kadar bir allahın kulu o kurumun toplantılarına gitmedi ve sonra beklediğimiz özür geldi.
Bir ara birbirimize teker teker mesajlar atıyorduk, bak yine TBMM’ed adamın biri cümle içinde internet kullanmış diye. Hemen tebrik ediyorduk adamı iki koldan sırf internetle ilgili bir şey söyledi diye. Bir ara iktidar partisinin saçmalamalarına giriyorduk iki koldan sözleşmişçesine. Bunların hepsi bir ara oldu. Sonra ne ara bilişim basınının içine ettiler onu hatırlamıyorum.
O da ben de para kazanma ihtiyacıyla gazete dışına seyahat ettik sonra geri döndük basına. Döndüğümüzde otlar yemyeşildi ve kuzeydeydi güneş. Herşey bitmişti. Hep kenarda köşede kısa kısa “abi ne yapacağız” der ortalığa renk getirecek fikir jimnastikleri yapardık.
Asabiyetinin göstergesiydi sanki F klavye konusu. O da ben de basında dalga geçilecek adam seviyesined takıktık ya F klavyeye… Sanki biz sadece F yazabiliyoruz da ondan gibi geliyordu insanlara Sizin için diyorduk “yaa abi boşver yaaa” diyen sonradan olma zibidilere. Temiz yazılsın hızlı fikir aktarılsın diyeydi aslında F klavye. Ama temiz yazacak yer kalmamıştı, fikir de kimsenin umurunda değildi.
En son sansür konusunda aynı fikirde olduk, onun yalakalarını tartıştık. “Bir bok değişmeyecek dediğim için kızdı” bana, bayağı asabiyet yaptı. İnce zevkleri olan incelikli bir adamdı. Sadece şarapla ilgili yazı yazsa yine yaşayabilirdi. Ama herkesin aptal aptal ağzından salya akarak baktığı bilişim konularında yönlendirici olmak istiyordu.
Bugün o öldü. Kimse onu hasta ya da öksürürken görmedi. Kimse onu pantolonundan dışarı gömlekle yürürken de görmedi. Ama kimse onun bu ülkenin bilişiminin gelişmesi ve yüzde 60’ı tarafından kullanılması için yazdığı yazılarla da görmedi. Kimsenin umuru değildi zaten bu ülkede bir şeyler için hareket etmek. Bir şekilde sen ben bizim çocuklardan biri bir şey yazar, değişirse değişirdi işte.
Hiçbir yazısıyla trend olduğunu görmedim gerzek taraftar mottolarının trend olduğu Twitter’da. Ölümüyle girdi o listeye, o da beş numaradan. Orhan Veli’nin şiirine atfen, taht misali saltanatı oldu o trend tablosunda.
Nur içinde yatsın